Eserlerinde mazlumun sesi olan şair: Abdurrahim Karakoç
Anadolu insanının karşılaştığı zorlukları ve çektiği sıkıntıları eserlerinde işleyen usta şair ve yazar, dört kuşak şair bir ailede doğdu.
Karakoç, Fadime Hanım ile Ümmet Efendi’nin oğlu olarak 7 Nisan 1932’de Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesine bağlı Ekinözü köyünde dünyaya geldi.
Şiir ve okuma tutkusu henüz çocukken başlayan Karakoç, ilkokuldan sonra öğrenimine bir süre devam edemedi, köyde marangozluk ve çiftçilik yaptı.
Abdurrahim Karakoç’un ağabeyi Bahaettin Karakoç, yaptığı bir açıklamada, başarılı bir öğrenci olarak 4 yılda ilkokulu bitiren kardeşinin daha sonra okula gidemediğini ancak kitapla bağını hiç koparmadığını aktarmıştı.
“İster bir şiir kitabı ister bir roman ve ister bir kanun kitabı olsun, okuduğunu adeta beynine resmeder, ufak bir ayrıntıyı unutmazdı.” diyen Bahaettin Karakoç, Doğuş Dergisindeki yazısında da şu ifadelere yer vermişti:
“Abdurrahim benden iki yaş küçüktür. Dört tarafı dağlarla kuşatılmış bir köyde yaşadık çocukluğumuzu. Ben bu dönemi uzun yaşadım ama Abdurrahim uzun bir çocukluk dönemi yaşamadı. O çocukken de orijinal bir şeyler icat etmek, kendiliğinden bir yerlere varmak düşüyle kendi içine doğru çekildi. Eski elifba yazısını benden daha önce kavradı. Kur’an-ı Kerim okurken babam beni sık sık azarlar, Abdürrahim’e iltifat ederdi…”
İbn-i Sina, İmam-ı Azam, Sokrat, Eflatun, Yunus Emre ve Fuzuli ile 10 yaşında tanıştı
Abdurrahim Karakoç, bir söyleşide okuma tutkusuna ilişkin şunları kaydetmişti:
“Rahmetli babam çok okuyan bir insandı. Daha ben okula başlamadan okuma zevkini o aşılamıştı bana. İbn-i Sina’yı, İmam-ı Azam’ı, Sokrat’ı, Eflatun’u, Yunus Emre’yi, Fuzuli’yi ve diğerlerini 10 yaşındayken biliyordum. Geceleri babam ailecek hepimize kıymetli kitaplar okurdu. İlkokuldayken babamın okuduğu eski yazıyla yazılan kitapları okuyamadığıma üzülüyordum. Babam da bunu öğrenince bize eski yazıyı öğretti. Hem ilkokula gittim hem de 40 gün içinde Kur’an-ı Kerim’i hatmettim. Babamın eski yazıyla basılmış, yazılmış kitaplarını okumam beni rahatlattı. Gün geldi ne bulursam okumaya başladım. Çok okuma bende hastalık halini aldı. Ay ışığında pencere önünde çok kitap bitirdim. Şimdi de inancıma yakın, güvenilir kişilerce yazılmış kitapları daha çok okuyorum. Sevmediğim yazarları da okurum. Bıktırıcı, ukalalık kokan, aynayı tersinden tutan yazıları okurken yırtar atarım. Eserde dil, ilim, samimiyet ararım.”
Elbistan Belediyesinde 1958’de muhasebeci olarak çalışmaya başladı, 1981’de emekli olana kadar bu görevini sürdürdü.
Usta şair, memuriyetinin 7. yılında Pakize Hanım ile evlendi. Çiftin ilk çocuğu Mihriban 1967’de doğdu. Çocuk sevincini “Kızıma Mihriban adını koydum, evde her daim onun adı anılsın diye…” sözleriyle aktaran Karakoç’un ikinci çocuğu Türk İslam 1969’da dünyaya geldi. “Aşkımı ve davamı eser yaptım. Şiirlerim de çocuklarım da eserim.” ifadelerini kullanan usta şair, 1971’de doğan üçüncü çocuğuna ise Enderhan adını verdi.
İlk şiirleri iki kitap olacak hacimdeyken beğenmeyip yaktığı söylenen Karakoç’un eserleri ilk olarak Elbistan’da çıkan Engizek gazetesinde yayımlandı.
“Şiire nasıl başladınız?” sorusuna “Besmeleyle” cevabını veren usta kalem, 1958’de yazmaya başladığı, birbirinin devamı 22 şiirden meydana gelen “Hasan’a Mektuplar” isimli eserini 1964’te yayımladı.
Emekli olunca Ankara’ya yerleşti
Karakoç, emekliliğin ardından Ankara’ya yerleşti, çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı.
“Mihriban” eseriyle toplumun her kesimi tarafından tanınan şair, “Saati Yok Eremi Yok (Ben Hep Seni Düşünürüm)”, “Anadolu Sevgisi”, “Zikrullah”, “Hak Yol İslam Yazacağız”, “Bayramlar Bayram Ola”, “İsyanlı Sükut” ve “Tut Ellerimden” adlı eserlerin yanı sıra 5 şiirden oluşan “Hasan’dan Gelen Mektup”, 8 şiirden oluşan “Haberler Bülteni”, 7 şiirden oluşan “Vatandaş Türküsü” ve 5 şiirden oluşan “Masal” adlı çalışmalara imza attı.
Abdurrahim Karakoç’un eserleri “Fedai”, “Devlet”, “Töre”, “Bizim Ocak” dergileriyle kendisinin çıkardığı “Yeni Ufuk” gazetesinin yanı sıra “Yeni Düşünce”, “Yeni Hafta” ve “Gündüz” gazetelerinde okuyucuyla buluştu.
Başarılı edebiyatçı, “Çobandan Mektuplar” ve “Düşünce Yazıları” gibi düz yazıların yanı sıra “Hasan’a Mektuplar”, “El Kulakta”, “Vur Emri”, “Kan Yazısı”, “Dosta Doğru”, “Suları Islatamadım”, “Beşinci Mevsim”, “Akıl Karaya Vurdu”, “Yasaklı Rüyalar”, “Gökçekimi”, “Gerdanlık”, “Parmak İzi” adlı kitaplara da imza attı.
Doğuş Edebiyat 1983’te, Genç Kardelen 1998’de, Kardeş Kalemler dergisi ise 2012’de Karakoç için özel sayı yayımladı.
Anadolu insanının karşılaştığı zorlukları ve çektiği sıkıntıları işledi
Yazdığı şiirlerden dolayı hakkında çeşitli davalar açılan Karakoç, kendisine isnat edilen bütün suçlamalardan aklandı.
Şiirlerinde ilahi ve beşeri aşk, tabiat, gurbet, toplumsal yozlaşma, Türklük, İslam ve ölüm konularına değinen Karakoç, yaptığı bir açıklamada şiiri, bir gayeye varmak için araç olarak gördüğünü ifade etmişti.
Temiz Türkçe ve hece vezniyle aşk, ayrılık, özlem, tabiat ve gurbet konulu şiirler yazan Karakoç, şiirindeki ahengi aliterasyon (aynı sesin veya hecenin tekrarlanması) ve asonanslarla (aynı ünlü seslerin tekrarı) sağladı.
Usta şairin 100’e yakın şiiri bestelenerek İbrahim Tatlıses, Selda Bağcan, Musa Eroğlu, Esat Kabaklı, Cem Adrian, Mahsun Kırmızıgül, Hasan Sağındık ve Haluk Levent’in de aralarında olduğu ünlü isimler tarafından seslendirildi.
“Lambada titreyen alevin üşüdüğünü yazan, kar sesini de bulur”
“Mihriban” eserini 1960’ta yazdığını söyleyen Karakoç, bir açıklamasında şunları anlatmıştı:
“Bazıları ‘Gerçek mi?’ diyor. Gerçek, diyorum ama adı Mihriban değil. O gençliğimde yaşanmış bir aşktı. Ama şimdi adını deşifre etmem, ayıp olur. Benim takmış olduğum sembol bir isimdir Mihriban. Masa başında yazılmış, hayal bir aşk, bu tadı ve lezzeti vermez. Yaşayacaksın ki yazacaksın. O zamanlar elektrik yoktu. Lamba ışığı altında yazıyordum. Şiire başladığımda lambadaki alev titremeye başladı. ‘Lambadaki alev üşüyor’ çıktı…
Bazen aklıma düşüyor. Ben unutursun diyorum ama insan hiçbir zaman unutamıyor… O bir mektup üzerine yazılmıştır. Benim gönderdiğim bir mektuptan dolayı bir cevap aldım. ‘Unutmak kolay mı?’ mektubun başlığı…”
Karakoç, bir röportajında ise şiiri nasıl yazdığı ile ilgili olarak, “Şiirde ilham vardır. Şiir ilhamsız olmaz. Cenab-ı Allah bir ilham veriyor. O ilham bana yazmayı emrediyor. Bakın yağmur yağarken bulutların geldiği gibi, Allah bulutsuz yağdıramaz mı yağmuru? Ama bir vesile ihdas etmiş. İnsana da bazı şeylere görerek, duyarak ihsas ettirdiği için yazdırıyor…” ifadelerini kullanmıştı.
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 7 Haziran 2012’de vefat eden Karakoç, Kocatepe Camisi’ndeki törenin ardından Bağlum Mezarlığı’nda Şeyh Abdülhakim Arvasi Türbesi’nin yanına defnedildi.